PARDAYAN – MAVİ BERE
PARDAYAN – MAVİ BERE
(Yazı Dizisi)
Sermed ÇINAR
Bu bere, öyle çarşıda, pazarada satılan, kafanızı, sıcaktan-soğuktan koruyacak türde bir bere değil elbette. Erbabı, bu bereye sahip olabilmek için, emek veren, karşılığında kavuşmanın büyük keyfini yaşayanlardır.
Mavi bere sahiplerine, ‘Sizler görevinizi, ailenizin, yakınlarınızın velhasıl tüm Türk Halkının, yataklarında huzur içerisinde uyumalarını sağlamak için yapmaktasınız, bu sizlerin birinci görevidir’ denir. Düşünsenize, sizler huzurla evinizde uyurken, mavi bereliler uyanıktır, dahası uyumamak bir yana, operasyonlarla dağda taşta uğraş vermektedir. Ertesi gün olduğunda televizyon kanallarında sizler için sadece bir haber niteliğindedir ve ölen, yaralanan, sakat kalanların sayılarını öğrenirsiniz. Tabi bu haberler, asker diye adalandırdığımız her kademedeki koruyucularımız için geçerlidir, ancak benim yazı başlığım mavi bere olduğu için, anılarımı, yaşananları, fedakarlıkları anlatmaya çalışacağım ki konunun çok dışında olanların düşüncelerinde bir farklılık yaratırım diye yazıyorum.
İnsanlar asker mesleğini seçmiş olanların görevlerinin, halkı ve ülkeyi korumak olduğunu bunun için eğitim aldıklarını ve hayatlarını bu işten kazandıklarını düşünebilir. Mavi bereye sahip olmak için verilen uğraş, öncelikle fiziki yeterlilik ve bu işe gönüllü, istekli olmaktır. Bunun gerekçelerini yazım ilerledikçe açıklayacağım.
Üniversite mezunusunuzdur, büyük şehirdeki zırhlı birlikler, topçu okulu gibi yerlerde vatani görevinizi yapıp, doğal olarak da ailenize yakın olmayı istersiniz. Sınava girerken, eğik atış sorularına çalışırsınız. Sınav bitiminde bazı öğrenciler sözlü sınav var diye toplanır ve bir odada bir subay, size çeşitli spor hareketleri yaptırır ve seçtikleri ile bire bir görüşür. Subayın görevi komando için asteğmen seçmektir; o sorularını sorar, siz maruzatınızı anlatırsınız. Son soru, ‘sana hayatta tahayyül edemeyeceğin şeyleri yaşayacağını vaadetsem ne dersin’ dir, dakika bile düşünmeden yaz beni yüzbaşım dedim.
Dediklerinin hepsinden fazlası yaşandı. Bizim dönemimizde, bizleri yetiştiren subaylar, hepsi seçilmiş, Kıbrıs Harekatı’nın başarılı komando askerleriydi. Beni seçen yüzbaşı, diz üstünde kırılmış, platinle tutturulmuş ayağı ile, eğitimin bir parçası olarak, kışın Eğirdir’den Antalya’ya kayakla iniyordu. Ast üst ilişkilerini yaşamadık, komutanlar bizim arkadaşlarımızdı. Bir yüzbaşı arkadaşımın kolunda üç adet ‘V’ şeklinde bir işaret vardı, sorduğumda, Kıbrıs hareketında, yaralanmış, hastaneden kaçmış, devam, yine yaralanmış, hastaneden kaçmış, yine devam ve üçüncü yaralanmasında artık bırakmamışlar. Koldaki sembolün açıklaması böyle. Böyle komutanları tanımanın mutluluğunu sizlerle paylaşmak istedim.
Eğitim için seçilmiş arkadaşlarla Eğirdir’de buluştuk. Bir ay süreyle çeşitli, yeterlilik sınavları yapıldı, sonucunda, fiziki yeterliliği olmayanlar ve yeterli olup da, eğitim sınavlarını yapmayanlar, yani isteksiz olanlar, İstanbul Tuzla Piyade Okulu’na postalandılar. Biz dört arkadaştık, üçü Tuzla’ya giti. daha sonra bana yazdıkları mektupta, pişman olduklarını, onları ayrı bir bölük yaptıklarını, komando artığı olduklarını her daim kafalarına vurarak, eğitimin ağırını yaptırdıklarından dert yanmışlardı. Askerlik işte böylesi bir zanaat; okula 500 kişi civarında girmiştik, bunun 120 kişisi Eğirdir’de kalmıştı. Bu işi yapmaya kendini adamış, ailesini, vatanını, halkını korumayı düstur edinmiş 120 kişi.
Bu 120 kişinin arasında elbette yine de zorlananlar oldu, ancak, koşularda arkadaşlarımızı kolumuzda da taşıdık, sırtımızda da, yetişmeleri için yardım da ettik. Eğitimle, uykusuzluğa, açlığa, susuzluğa, zorluklara sizleri o mukaddes eğitimcileriniz hazırlıyor. Dört aylık eğitim sonrasında sizdeki değişikliğe inanamıyorsunuz.
Okulda subayların, ast subayların ve asteğmen adaylarının binaları ayrı ve orada herkes aynı haklara sahip, herkes öğrenci, ast üst yok. Bahçede dolaşırken yürümek yok, hep koşar vaziyette olmak durumundasınız. Kum havuzunda, Fransız dövüş sanatı öğretilir. Önce düşmeyi öğrenirsiniz, partneriniz sizi, siz onu defalarca kalçadan veya sırttan kuma atarsınız, kasatura ile oynamayı, nerelerden iyi netice alınacağını öğrenirsiniz. Havuz eğitiminden sonra, partnerinizle kasaturalı veya çıplak elle boğuşma senaryosu hazırlar, komutanlara oynarsınız. Gündüz piyade eğitiminden sonra akşam yemeği sonrası dağda size verilen koordinatlardaki hedefleri bulmaya çıkarsınız. Pusula ile karanlıkta, dağ doruklarına göre hedef seçersiniz, yıldızlar hareketli olduğu için sizi yanıltır. Pusulayı yağmurluğunuzun altında okur dışarı ışık sızdırmazsınız. Herkesin yüz metrede attığı adım bellidir, buna göre adımcı, mesafeyi de her yüz metrede sol cepten sağ cebe bir taş alarak tespit eder, böylelikle olası unutkanlığı önler. Muhtemel dönüş sabah 4-4,5 gibidir, temizlenir, yüzünüzdeki ayakkabı boyası veya kömür tozunundan kurtulur yatarsınız, sabah 6 da içtimada olursunuz. Askeri filmlerde gördüğüm kadarıyla, bizden sonra siyah kremler icat olmuş yüze, ele sürmek için, hem de terden akmayan cinsten, çok hayıflanmıştım. Gece hedefleri bulamamışsanız ertesi gece yine dağdasınız, bizim ekip şanslıydı, ikinci gecede işi bitirdik, bir hafta süreyle her gece dağda olanlar vardı.
Ağustos sıcağında çelik miğfer ve 30 kilo sırt çantası yükü ile beş kilometre koşarsınız, bitirme derecesine göre puan alırsınız. Bu arada her sabah yaz kış üst çıplak beş kilometre koşarsınız, bu eğitim birliğinizde de devam eder.
Yazacak çok anı var, bir sonraki makalemde devam edeceğim, yazı her ne kadar ders niteliğinde görünse de, sizleri, bizleri kimlerin ne şartlarda eğitilerek koruduğunun bilinmesini istiyorum.
Hoş kalın, esen kalın.